15 Eylül 2025, Pazartesi
Orhan Pamuk - Ağrı Haber Ajansı
Orhan Pamuk

Orhan Pamuk

Nobel Edebiyat Ödülü verilen ilk Türk yazarı

HAKKINDA YAZILANLAR
“ÜLKENİ KÖTÜLE NOBEL’İ AL!”
Olcay Yazıcı
www.sanatalemi.net
Beklenen hâdise gerçekleşti ve Orhan Pamuk, gerek reklam girişimleri, gerek uluslararası ilişkileri, gerekse Ermeni ve Kürtler konusundaki maksatlı sözleriyle nihayet Nobel’i aldı. Haberi duyduğumda, ilk reaksiyonum sevinmeden ziyade şaşkınlık oldu. Çünkü bu ödül fikir namusuyla verilmiş ve fikir namusuyla hak edilmiş bir ödül değildi.
Nasıl olur? Gerçekten Nobel’i O. Pamuk’a verdiler demek? Bu iş bu kadar ucuz mu? Demek ki, kırk yıl derin düşence, edebiyat, felsefe üretmek için kafa yormak yerine, çıkıp revaçtaki bir siyasî kitlenin lehinde yalan-yanlış bir iki cümle söyle ve Nobel’i al.
Ne desen bir Türk(!) yazarı, hadi sevin diye telkin ettim kendi kendime. Fakat içimden bir ses, hadi canım sen de, bu ödülü bir Türk’e, güçlü Türk edebiyatını, derin Türk fikriyatına, dünyayı kendine hayran bırakan Türk estetiğine, sûfî Türk felsefesine, değerli eserlere imza atmış Türk romanına, güzel Türkçe’ye falan vermediler. Sadece iki siyasî cümleye yani Ermeni yandaşlığına verdiler. Geri zekâlılar için akıllarda kalacak bir ironi teşkil etsin diye de, tam da Fransa’nın Ermeni yasasını hür iradeli(!)meclisten geçirdiği güne denk getirdiler. Fikir özgürlüğü(!) için ödül; fikir yasağı için yasa! Batı düşüncesine ne de yakışıyor bu yaman çelişki. Siz hâlâ, bu liderle el sıkışmaya, ahbap-çavuş fotoğrafları çektirmeye, AB’ye girmek için yüzsuyu dökmeye, eşik aşındırmaya, yalvarıp yakarmaya devam edecek misiniz?
Neyse, mezkur hâdiseye dönelim..Eğer Nobel kriterlerinde saf edebiyat değerlendirilseydi, soldan sağa kadar birçok yazarımız bunu çoktan hak etmişti. Onlara verirlerdi. Orhan Pamuk, bırakınız evrensel romanın ölçü ve değerlerini taşımayı, ortaokul talebesi seviyesinde Türkçe bilmiyor. “Yağmur çıldırmıştı!” cümlesini kuran kafa sağlıklı bir kafa olabilir mi? Çıldırmak, beşerî bir cinnet hâlidir. Nesneye teşmil edilemez. Ama bunu bilmek için dil ilmi bilmek, mânâ ilmi bilmek, lügât yalamış olmak gerekir. Çala-kalem yazmakla olmaz bu iş. Diyeceksiniz ki, işte adam Nobel’i aldı sonunda. İyi de, biz Nobel’i alamazsın demedik, güçlü bir yazar olamazsın dedik.
KLASİK EDEBİYATTAN AŞIRMA METİNLER
Bu şahsın romanlarının ana fikirleri, temel metinleri biraz değiştirip, çarpıtarak, içerisine cinsellik tozu serpiştirerek, hep Türk-İslâm klasiklerinden aşırmadır. Daktilo edip, kitabına aktarmış, kendine mal etmiştir. Kara Kitap, bu bakımdan gerçekten ’kara’ bir kitaptır. Bir çıfıt çarşısıdır adeta. İçinde paslı menteşeden, ezik at nalına kadar her şey vardır. Attar’dan, Mevlânâ’dan aktarma ‘mahzen hikâyeleri’ üzerine kurulmuş bir kitap.
Yeni Hayat, çok bayat bir vak’a-yi âdiyeden ibarettir. Kar romanı ise tamamen bir “kâr” harekâtıdır. Nobel komitesine ilk kez orada göz kırpmaya başlamıştı zaten. Kars’ın eski taş yapılarını Ermeni’ye mal ederek. (Karslı bir arkadaşımız, bu yapıların Ruslar tarafından yapıldığını söyledi.)
O. Pamuk’ta ne derinlemesine bir psikolojik insan analizi, ne lirik bir tasvir becerisi, ne bediî bir soyutlama gücü, ne de dişe dokunur bir büyük düşünce/hikmet ve felsefe vardır. Edebî sanatlar açısından oldukça yeteneksiz, çapsız ve kısırdır. Meselâ kırk fırın ekmek yese asla bir Oğuz Atay etmez. Bütün yazdıklarını bir kefeye, Peyami Safa’nın “Yalnızız”ını öte kefeye koysa, kendi kefesi kuş tüyü kadar hafif kalır. Ne “Devlet Ana”yla boy ölçüşebilir, ne “Huzur”la; ne “Tutunamayanlar”la, ne de “Gençliğim Eyvah”la! Hele, “Yesili Hoca Ahmed”in ne ilmine, ne de iklimine yanaşabilir. Kitaplarının hepsini toplasan, bir “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, bir “Çağlayanlar”, bir “Yılkı Atı” etmez. Hele ki, “Asra Bedel Gün” ile kıyası mümkün değil. Kemiyet ve keyfiyet olarak Pamuk’un çok üzerinde bir romancı olan Yaşar Kemal’e, fizik kanunları Avrupa üniversitelerinde ders olarak okutulan ve birçok kere aday gösterilen uluslararası çapta ilim ve fikir adamı sayın Oktay Sinanoğlu’na verilmeyen ödül, nasıl oldu da, ‘gammazcı ve pazarlamacı’ Pamuk’a verildi? Bu konuda derinlemesine düşünmek, kafa yormak gerekmez mi?
Bu hazretin, tek mahareti eski metinleri bir araya devşirmek ve Türk milletinin hain düşmanlarına ‘yandaşlık etmek, ‘sizdenim, beni görün’ mesajı göndermektir. Geleneğe bağlı ahlâkî metinlerin arasına cinsellikler serpiştirmek, örfün asâletine yakışmayan sulu portreler çizmek. Ulvî bir sanat eri olan hattatları, fırsat buldukça çıplak kadın resimleri çizen sapıklar gibi göstermek. Muhteşem bir geçmişi karalamak ve bu karanlıkta Nobel’i avlamak. İşte marifeti ve maharet bu..
“SEN BİZDEN DEĞİLSİN!”
Hani, bir Konya yolculuğunda, otobüste, bir Anadolu delikanlısı, Cemil Meriç’e, “Siz, bizden değilsiniz!” demişti de, Meriç şok olmuştu ya. Evet, şimdi hep birden, bütün Türkler olarak, biz de o Pamuk adama söylemeliyiz bu sözü: “Siz, bizden değilsiniz!” (Kimden iseniz, onlar sevinsin oyuncak ödülünüze!) Çünkü, Batı, ‘bizden’ olanı ödüllendirmez. Eğer ödüllendirseydi, yanlarında ‘karalama defteri’ olarak kalacağınız gerçek büyük Türk yazarları/şairleri kazanırdı bu ödülü. Hem artık Nobel, ‘büyük/güçlü/onurlu’ yazarlara değil; üzerinden siyaset yapılmaya, ‘kullanılmaya müsait’ yeni yetmelere veriliyor.
Bu şahıs, o derece edebiyattan uzaktır ki, Kar romanında baş kahramanlardan biri sözde şairdir. Romanın başından sonuna kadar onun şiirle iştigal ettiğinden, şiir yazdığından söz eder, fakat ne acıdır ki, bu dahi(!) şairin muhteşem(!) şiirlerinden tek bir örnek bile veremez. Çünkü, bu Pamuk prenses, bir dörtlük yazamayacak kadar edebî ve bediî ibda gücünden/edebî ehliyetten yoksundur. Ama bütün bunlar Nobel’i almasına mâni değil. Çünkü, Nobel siyasî bir organizasyondur. Kriterleri Türk düşmanlığı, Ermeni yandaşlığıdır; edebî ve fikrî derinlik, estetik yoğunluk değil.
Ve mezkur kişinin, edebî yeteneği cılız kaldığı için, pazarlama yeteneği gelişmiştir. Çünkü değişmez bir kuraldır: Bir kişinin pazarlama yeteneği gelişmişse, entelektüel yeteneği yok demektir. Entelektüel yeteneği ileri seviyede ise, pazarlamayı beceremez. Bir insan hem iyi bir entelektüel, hem iyi bir pazarlamacı olamaz yani. Mâlum zat, baskın güçlerin, dış mihrakların, yani ‘Sahibinin Sesi’ olma misyonuyla bu işi kotarmıştır.
Ne gerek var edebîyata, fikriyâta! Felsefeye, estetiğe, derin ruh tahlillerine, aşkın soyutlama gücüne, lirik tasvirlere…”Türkler, 1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürt’ü katletmiştir!” de ve ‘ihanet madeninden yontulma’ onursuz ama cafcaflı ödülü kap. Milyar YTL’lik nakdî getirisi de bir yana. Sonra da, utanmadan milletin karşısına geç ve “Bu ödül Türkçe’ye, Türk edebiyatına verilmiştir. Herkes fener alayları düzenlesin. Bu başarım büyük coşkularla kutlanmalıdır..” de. Bunun için nasıl bir tıynete, nasıl bir patolojik kafaya sahip olmak lâzım bilmiyorum ama, herhalde O. Pamuk olmak gerekiyor!
ANA SERMAYESİ CİNSELLİK
Kar romanında, porno filmlerinde bile rastlanmayacak şu rezil diyalog geçer:
Biri sorar, “Kars’ta ne yapıyordun?” Ötekisi cevap verir: “Şiir yazıyor ve otuz bir çekiyordum!” Alın size edebiyat, alın size belâgat, alın size retorik, alın size Nobellik yüksek düşünce! Nasıl, beğendiniz mi? (Bu sorum Nobel Komitesinedir, siz mümtaz Türk okuyucusuna değil.)
Aynı banal ve bayağı dil Yeni Hayat’ta da var. (Adam Otele geldi, Hürriyet gazetesindeki çıplak kadın resmine bakarak, otuz bir çekti!) der. Yani, Nobel ödüllü yazarın tek becerisi, belâgatı, ‘belden aşağı’ konulardaki maharetidir(!)
Sayın Nobel komitesi, yoksa bu fikir özgürlüğü(!) cümlesinden ötürü mu ödüllendirdi Pamuk’u? İyi ama o zaman Playboy dergisine haksızlık edilmiş olmadı mı? Bu işi onlar, yıllardır daha estetik, daha zarif bir şekilde yapıyor. Üstelik, bir haya duygusuyla poşete kokuyorlar eserlerini; böyle ulu orta piyasaya sürmüyorlar.
Bilindiği üzere, mezkur yazar, “Çok satan, fakat az okunan yazar!” ünvanıyla maruftur. İç gıcıklayıcı iç çamaşırlar gibi kişinin mahrem arzularını kışkırtır ve bir tekstil ürünü gibi piyasaya kitap sunar. Çoğu zaman kitapları, nadide eserler rafında, seçkin kitapçılarda değil, marketlerde zeytinyağ tenekeleri ile Omo kutuları arasında, yani lâyık olduğu mekânda yer alır.
Yeni Hayat romanında da, edebî-felsefî yetersizliği apaçık ortadadır. Tek bir cümle ile, “Günün birinde bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti!”, tuzak cümlesiyle yakalar niteliksiz okuyucuyu? Ama ne hikmetse yine 300 sayfa boş lakırdı eder fakat, o okuduğu kitaptan bir paragraf, hatta bir çarpıcı cümlecik bile aktaramaz okuyucuya. Çünkü birikimi, ve felsefî altyapısı buna müsait değildir. O. Pamuk, bir meta üretir gibi kitap üretir, daha kitaba başlamadan reklamına başlar. Mesela gazetecileri arar ve benimle röportaj yapar mısın, der. Bu kadar saygın bir entelektüel onura da sahiptir anlayacağınız. Tabiî ki, anladınız. O, talebe göre, fason üretim yapar. Seri üretim yapar. Edebiyatın işportacısıdır.
Eğer âdil bir terazi olsa, O. Pamuk’un bütün yazdıkları, “Yüzün Yazıları” kitabının kırkta biri kadar gram çekmez. Hasetlik mi, hadi canım sen de! Böyle bir pazarlama organizasyonuna haset duyacak yüreği, kör kılıçla söker atarım göğsümdün. Mesele, Nobel almak meselesi değil, mesele adam olmak ve adam kalabilmek meselesidir.
O. Pamuk, onuruyla musalla taşına uzanmayı, dünyanın bütün ödüllerine tercih eden insanın, aşkın kimliğinden nasipsiz, ‘orta malı’ bir kimliktir.
ÜLKENİ KÖTÜLE NOBELİ AL
Nobel’in ülkesini kötüleyenlere verildiğini artık sağır sultanlar bile biliyor. Kültürü ile çatışanlara verildiğini tinerci çocuklar bile biliyor. Öyleyse neye sevinecekmişiz? Ermenilerle, Ermeni’den daha “Ermeni” olanlar sevinsin! Biz Nobel’i değil, onuru tercih eden insanlarız. Varsın birileri kendi kuru balçıktan yaptığı heykelciğe tapınmaya devam etsin.
Asırlık çınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca bile feveran ediyorsa, yerli bir Marksist yazar bile, “Bu ödülden sevinç değil, utanç duyuyorum!” diyorsa işin gerçeği apaçık orta demektir.
Demek ki, bu şartlar altında, gerçek bir Türk yazarı için, bu ödülü almak değil, almamak onurdur. Bu ülkenin gerçek aydını, “Bana ne Nobel’den!” diyebilen haysiyetli aydındır.
Netice-i kelâm, soğukkanlı olmaya çalışıyorum ama yine de, sevinmek, tebrik etmek gelmiyor içimden. Çünkü, bu ödül bir Türk yazarına değil, Türk’e hakaret eden, milletini karalayan, Taşnak komitacısı gibi davranan, Nobel komitesine ve Ermeni zihniyetine yaranmak için Türk’ü kötüleyen bir şahsa verilmiştir. O adamın cüzdanında, T.C. yazıyor olması, onu Türk saymaya yetmez ki!
SAĞ SERMAYE İLE SOLCULUK YAPANLAR
Sağ sermaye ile solculuk yapan malum kalem, Ermeni sempozyumunda konuşmak üzere iken, Türk vatandaşları tarafından yumurta yağmuruna tutulan mezkur Cengiz Çandar, fikirleriyle dünyayı sarsan J.P. Sartre için söylenen sözden mülhem, denklik kriterini es geçerek, artistik ve ideolojik yandaşlık duygusuyla, kargaların bile güleceği bir benzetme/kıyaslama yapmış ve “Orhan Pamuk, Türkiye’dir” diye buyurmuş. Pamuk’un, ülkesini içeriden hançerlemesine övgü diziyor ayrıca. Bu üslûp zaten bizce mâlum hazret! Yorma kendini. Vatanseverlerle vatan hainlerini ayrıt edecek irfanımız vardır, çok şükür…Evet, Türkiye’dir, fakat bir farkla, Türk düşmanlarının görmek istediği, parçalamak-parçalanmaktan beter köksüzleştirmek-piçleştirmek istediği Türkiye! Ermeni Komitacılarının hâyâlindeki Türkiye! Ne güzel söylemiş eskiler: “Dinime dahleden, bari müselmân olsa!”
Sosyal demokrat ve dahi ateşli bir liberal olan Toktamış Ateş de, yazma yeteneği biraz gelişmiş Ortaokul talebesinin gayet rahatlıkla yazabileceği vasat sözleri delil(!) göstererek, O. Pamuk’un büyük bir yazar olduğunu iddia ediyor, Bugün’deki yazısında. Vasatı, şaheser gibi göstermek, ya idraksizlikten, ya da ideolojik yandaşlıktan kaynaklanmaktadır. Anlaşılan Toktamış, pek kitap okumamış!
Bakınız, şahsiyetli bir Türk aydını olan Haluk Şahin epey bir zaman önce bu konuda nasıl isabetli bir ön görüde bulunmuş:
“Benim korkum şu: Orhan Pamuk, günün birinde, dilsizlik duvarını kırmış bir Türk yazarı olarak Nobel Edebiyat Ödülü'nü alsa bile, bu onun kalemin hakkıyla kazandığı bir başarı olarak değil, Türkiye düşmanı lobilerin çabalarının bir meyvesi olarak değerlendirilir. O zaman bu tarihi olay, dilini kullandığı, ruhunu yansıttığı, bir bakıma adına konuştuğu halk arasında sevinçle değil, üzüntüyle karşılanır. “
Aynen öyle oldu işte üstad! Ol hikâye bundan ibaret…
NOT: Utanç verici ilişkinin perde arkasını daha iyi kavramak için, Sayın Emin Çölaşan’ın dünkü Hürriyet’te yayınlanan (17 Ekim 2006) yazısını okumanızı tavsiye ederim.

← Tüm Biyografiler