yazar, düşünce adamı
SÖYLEŞİ
Lütfi Bergen: Müslümanlar, dünya nimetlerine karşı rövanşist davranıyor
SAMET ALTINTAŞ
Zaman Cuma 31 Ocak 2014
Lütfi Bergen, Ankara’da ikamet eden bir avukat. Fakat din, edebiyat ve şehir üzerine yazdığı makaleleriyle tanınıyor. ‘Kenti Durduran Şehir’ son çalışması… Bergen, Müslümanların Cumhuriyet tarihi boyunca yoksun kaldığını düşündüğü dünya nimetlerini rövanşist duygularla ele geçirmeye çalıştığını düşünüyor: “Bunu yapmaya çalışırken bedelini tabiata saldırganlaşmış müdahalesinin kazanımlarına ödetiyor.”
Kenti nasıl durdurmayı hedefliyorsunuz?
‘Kent’i Müslüman toplumun kendilik bilinci durdurabilir. Şehir (Medine) kuran ‘cemaat’e mahsus hususîyetlerle tarihe çıkmış bir topluluk durdurabilir. Bireysel tavırlar kenti durduramaz. Bugün ‘Müslüman toplum’ denilen bu yığın birbirine yabancıdır. Herkes başkasının manzarasını kapatarak yükselttiği kulelerde, ‘gökyüzüne sapladığı mızrağının’ meşruîyetini sağlamaya çalışıyor. Müslüman adam-kadın Cumhuriyet tarihi boyunca yoksun kaldığını düşündüğü dünya nimetlerini rövanşist duygularla ele geçirmeyi düşünüyor. Bunu yapmaya çalışırken bedelini tabiata saldırganlaşmış müdahalesinin kazanımlarına ödetiyor.
Kapitalizm dediğimiz ‘şey’ meşru hale geliyor…
Müslümanlar kentleri kapitalist birikimin aracı gibi görüyorlar ve Batı’da kapitalist sınıfı üreten Protestan faize karşı İslam’ın meşru bir aracı sayıyorlar, evet… Metro, otoban, AVM, yüksek katlı inşaatlar gibi yatırımlara karşı çıkmamalarının nedeni, bu yatırımların bir şekilde talan edilmiş toprağın değerlenmesinin zamanının gelmesiyle ilgili. Bu duruma bireysel taleplerimizle gelmedik, toplumsal akıl tutulması nedeniyle geldik. Bütüncül bir siyasetle kentlerin nüfusunu Anadolu’nun boş arazilerinde alnının teri ile üretmeye yöneltmek gerekiyor. Anadolu’da on-on beş hatta gerekirse yirmi beş-otuz ‘meslek şehri’ kurarak bu kentleri durdurmak gerekir. Kentleşmeyi durdurmazsak kent bizi yutacak ve hilkat dışı varlıklara dönüştürecek.
Kapitalizmin her türlüsünü hisseden insanların yaşadıkları yer umurlarında mı?
Umurlarında olmak zorunda! Öncelikle kent onlara bir ritüellik dayatıyor. Kafka’nın böceği gibi borçlu ve kentteki iş döngüsüne tutsak... İkincisi ise, bu kentleşme bir gün iflas edecektir. İşte Detroit bir kent olarak iflas etmiş, ölüler kenti haline gelmiştir. Nüfusun, sermayenin, emeğin, pazarın merkezileşmesi nedeniyle kısa zaman içinde gayrimenkul fiyatları yükseliyor. Eski kentsel yapıların yıkılıp yeniden yapılması, sosyal ve fizikî altyapının elden geçirilmesi, konutların kentin çeperlerine doğru büyümesi kaçınılmaz oluyor. Çöküş, bu noktadan başlayacak.
Neden?
Çünkü bu büyümenin -su, altyapı, organizasyonu yürütecek istihdam masraflarını- ihtiyaçlarını karşılamak için vergi alınıyor. Verginin alınması kent hayatının pahalılaşması ve maliyetlerin artması demek oluyor. Şirketler büyüyen maliyetlerden kaçmak için düşük maliyetli başka yerlere taşınıyor. Kentteki işsizlik, suç oranının yükselmesine ve kentin güvenlik bunalımına yakalanmasına neden oluyor. Kent bu süreçte iflas ediyor. Trafik sorunları, mekanikleşmiş insanlar, ruhlarını yitirmiş kitleler durumlarını umursamıyorsa demek ki mezarlıktan bahsediyoruz.
Turgut Cansever, “Şehir, ahlâkın, sanatın, felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır.” der.
Turgut Cansever’in birçok analizini beğenirim; ama bence şehir ahlâkın geliştiği değil, ahlâkın geliştirdiği bir mekândır. Ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir Peygamber şehri (Medine’yi) kurdu, yoksa Medine ahlâkı geliştirmedi.
İstanbul ‘Müslüman şehri’ midir? Ya da Müslüman kimlikli bir şehrimiz var mı?
‘Müslüman şehri’ terimini kitabımda şöyle kullandım: “Cum’a kılınır, pazar kurulur.” Şimdi bu tarife göre şehrin camisi şehrin erkeklerini her cum’a toplamalıdır. Bu fıkıh, şehri alabildiğine genişletmeyi imkân dışı bırakır. Yani İstanbul bir şehir değildir. Başı ve sonu belli değil. Pendik’ten sabah yola çıkıp; Büyükçekmece’ye gidecek kişi 91 km yol kat ediyor. Klasik fıkıhta bu mesafeye çıkan kişi seferî sayılacaktır. Yani fıkha göre şehri bu derece azmanlaştıramazsınız. Dikkat edin Büyükçekmece’den Tekirdağ’a yola çıkacak kişi 98 km yol kat etmekte ve seferî sayılmaktadır. İkinci işaretim “pazar kurulur” idi. Hz. Ali, dağdan topladığı odunu pazara götürüp arz edebiliyor, rızkını çıkarabiliyordu. ‘Pazar’ın anlamı budur. Şehri fıkıhla ve pazarla tanımladığıma göre şehir var mı siz cevaplayın!
Kırk kapı komşumuz olduğunda mekân algımız değişecek
Kitabınızda şiirle bir karşı çıkış da söz konusu, ‘bozuk düzen’e…
Bozuk düzene hepimiz karşıyız. Anadolu insanı adalet terazisi çarpıldığında bozukluklara şiirle itiraz etmiştir. Pir Sultan, ‘Pir Sultan Abdal’ım dünya kovandır/ Gitti adil beyler kalan avamdır’ diyor. Orhan Gencebay da ‘Kula kulluk edene yazıklar olsun!’ demişti. Kentleşme mülk sahiplerinin kiracılarını ırgatlaştırıyor. ‘Irgatlaşmaktan kurtulayım’ diyenler de, kredi verenlerin borçluları oluyor. Âşık Veysel de şöyle demiş: “Galiba dünyanın sonuna kaldık/ Gelin belli değil kız belli değil.” Şiirde hikmetten bir hisse vardır.
Apartmanlara rahmet okutacak bir gökdelenleşme söz konusu… Bulutlara yaklaşan insan ne demek istiyor?
Göğe çıkmak insanların güneşini, rüzgârını, bulutunu, manzarasını çalmak demek... ‘Gökyüzünü mülküme geçiriyorum ve sizi gökdelenimin karanlığına terk ediyorum.’ ifadesidir. Sinoplu filozof, İskender’e ‘Gölge etme başka ihsan istemez.’ diyordu. Biz de küresel kentleşmeye şöyle diyoruz: Güneşimden kaçıl!
Peki, bütün konfora rağmen neden sobalı evler nostaljisi dile getiriliyor?
Bugünkü konutları konforla açıklamak tehlikenin farkına varılmadığına işaret bence. Sadece burjuvalar ve Oblomovlar konformizmi soylulaştırabilir. İki tipoloji de kendi emrinde hizmetçiler istiyor. Oblomov çorabını dahi uşağının giydirmesine muhtaç bir acizdi. Bu ülkede odun, kömür varken uluslararası kavganın temel metaı sayılan petro-gaza bağlılık israf değil mi? Bir zamanlar ‘Parayla saadet olmaz.’ derlerdi. Konformizm yoksullar, madunlar, sessiz öfkeliler, evsizler üretiyor. Hz. Peygamber (sas) konfor isteseydi melik olurdu.
Neyi yitirdik de şehrimizi kaybettik?
Benim genel teorim şudur: Biz medeniyeti de şehri de kaybetmedik. Tam tersine bu hayatı isteyen Müslüman bir toplumsallık yani cemaatçilik vardı, onu yitirdik. Bireysel Müslümanlığı tercih ettik. ‘Kırk kapı komşumuz olmasın.’ dedik. Şöyle düşünün: Herkes ‘Kırk kapı komşum olsun.’ dediği an mekâna dair algımız ve dolayısıyla kentin bugünkü sapkınlığı değişecek.