31 Ekim 2025, Cuma
Oğuz Çetinoğlu - Ağrı Haber Ajansı
Oğuz Çetinoğlu

Oğuz Çetinoğlu

araştırmacı, yazar

HAKKINDA YAZILANLAR
EMPERYALİZME VE İSLAM KİSVELİ TEDHÎŞÇİLİĞE BİR CEVAP: CİHAD, GAZİ, ŞEHÎD
YESEVÎZADE ALPARSLAN YASA
DİL VE EDEBİYAT Aylık Dil edebiyat ve Kültür Dergisi: İstanbul, Nisan 2016, Sayı: 88, Sayfa: 66
❄ Kendileriyle mukaatele edilenlere [kendilerine savaş açılan Mü’minlere], uğradıkları o zulümden dolayı, [bilmukaabele harbe] izin verildi. Muhakkak ki Allâh onlara yardım etmiye kaadirdir. (Hac -22-: 39)
❄ Îmân edip de fîsebîlillâh hicret ve cihâd edenler, barındıranlar, yardım edenler: İşte hakkıyle mü'min olanlar bunlardır! Mağfiret ve bol rızk onlar içindir. (Enfâl -8-: 74)
Ömrünü araştırmacı olarak Milletine hizmete vakfetmiş fâzıl dost, velûd muharrir Oğuz Çetinoğlu’nun 2015 Kasımında piyasaya çıkan kitabı İslâmın – günümüzde tekrâr husûsî bir ehemmiyet kazanan- üç anahtar mefhûmunu ele alıyor: Cihâd, gazî, şehîd… Kitap, bir taraftan emperyalizmle ve her çeşit zulümle, İnsan Hakları ihlâliyle mücâdele husûsunda cihâd rûhunun canlı tutulmasının ehemmiyetine dikkat çekerken, dîğer taraftan bu kudsî mefhûmları istismâr ederek İlâhî Dîni ahlâksızca bir tedhîş, bir vahşet âleti gibi kullananlara hakîkat silâhıyle karşı koyuyor:
Cihâd, mahzâ Allâh Rızâsını gözeterek bütün yeryüzünde Müslim veyâ Gayr-i Müsimlere yönelik her çeşit zulmü, tecâvüzü def’etmek, en mühimmi Vicdân Hürriyeti olmak üzere Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerini tesîs etmek uğrunda ilimle, irfânla, güzel hâl ile, mal ile, can ile ve bir takım ahlâkî kaidelerle kayıdlı olarak sarfedilen muhlisâne cehddir. Binâeanleyh nefsânî sâiklerle lekelenmiş hiçbir cehd bu kudsî kelimeyle tavsîf edilemez. Kezâ gayr-i ahlâkî vâsıtalara mürâcaat eden bir mücâdele de… Ayrıca, böyle bir anlayışın muktezâsı odur ki mezkûr hedefe ulaşmak için evvelâ bütün barışçı vâsıtalar denenip tüketilmeden şiddete ve silâhlı mücâdeleye mürâcaat edilmesin, zarâr daha büyük veyâ aynı mikdârda bir zarârla def’edilmeye kalkışılmasın ve nihâyet silâhlı mücâdele de mahdûd ve ahlâkî esâslara riâyetkâr yürütülsün…
Bu târif, bu ulvî anlayış çerçevesinde fîsebîlillâh hâlisâne mücâdele yürüten herkes mücâhiddir. Barışçı vâsıtalar tüketilip zulmü def’etmek için silâhlı mücâdeleden başka çâre kalmayınca silâha sarılıp kahramanca ortaya atılan, canıyle cehd sarfeden, gazîdir. Aynı kudsî emel uğrunda cehd sarfederken can veren de şehîddir.
Bu tesbîtlerden de anlaşılacağı vechiyle, bu rûhla cehd sarfetmiyen, mücâdele etmiyen veyâ savaşmıyan hiç kimse mücâhid, gazî veyâ şehîd pâyesine lâyık değildir. Onun için meselâ “Devrim şehîdi” gibi bir tâbir, pek abestir ve ahlâksızca İslâmın mukaddes mefhûmlarını istismâr etmektir. (Bkz. ss. 149, 113, v.s.)
Kezâ, Türkiye’de “gazî” mefhûmu da sık sık şuûrsuz veyâ sû-i niyet mahsûlü bir kullanışın mevzûudur. Bu çeşit saygısızca bir kullanış, bilhassa muhtelif televizyon kanallarında neşredilen yabancı filmlerin tercümesinde dikkati çekiyor. Bu film tercümelerinde, Müslümanlıkla hiç alâkası olmıyan ve herhangi bir savaştan sağ dönmüş askerler için “gazî” tâbiri kullanılıyor. Hâlbuki Avrupa kültüründe kudsî “şehâdet” mefhûmu bulunmadığı gibi, “gazîlik” mefhûmu da mevcûd değildir. Meselâ Fransızcada bu gibi kimselere “ancien combattant” denir ki bunun Türkçe mukabili “eski muhârib”dir. Bu “eski muhârib” harbden sakat dönmüşse, ona da “invalide de guerre” denir ve bu tâbir de Türkçede “harb mâlûlü” şeklinde karşılanır. Nitekim Çetinoğlu’nun kitabının 92. sayfasında, benzeri şekilde “muhârib gazî” ve “mâlûl gazî” tâbirlerinin târifi veriliyor. Yâni kendi muhâriblerimiz bahis mevzûu olduğunda, biz onları pek şerefli bir ünvân olan “gazî” tâbiriyle zikrediyoruz.
Bu gibi husûslar, kitabın bilhassa şu pasajında pek güzel hülâsa edilmiştir:
Gazilik ve şehîdlik, mutlaka Kur’ân’da ve Hadîslerde belirtilen maksatlarla girişilen mücâdeleler sonunda erişilecek makamlardır. Dünyâ nîmetleri, emperyalist emeller veya herhangi bir sebeple sevilmeyen kişi veya kişileri yok etmek için savaşa izin verilmemiştir. Savaşın gayesi mutlaka mazlum ve zayıfları zâlimin zulmünden kurtarmak, güven ve âsâyişi sağlamak olmalıdır. Belli şartlar oluşmadan girişilen savaşlarda ölenler şehîd değildir. Bu maksatlarla girişilen savaşlarda, savaş şartlarına uygun hareket etmeyenler, herhangi bir sebeple yaralanır veya ölürlerse gazi veya şehîd olmazlar. Şehîdlik mertebesi, Hakk yolunda, zulmü bertaraf etmek ve insana yakışır değerlerle yaşama hakkını kullanmasına imkân sağlamak maksadıyla giriştiği cihâdda, canını, onu verene teslîm edenin hakkıdır. Şehîd, savaştan kendisine fayda sağlayan değil, savaşa son verendir. Allah’ın rızâsının, hak ve adâlette olduğunu bilendir. Sulh ağacını kanı ile sulayıp geliştirendir. Yaşarken temsîl ettiği insânî ve islâmî değerlere ölümüyle şâhitlik edendir. (s. 170)
Çetinoğlu’nun kitabı, târihimizi dolduran hakîkî “şehîd” ve “gazîlere” ithâf edilmiştir ve bu ithâfı îzâh eden inanç dolu kısa bir mukaddimeyle başlamaktadır:
Dünya durdukça, milletimizin bayrağının dalgalanması, ezân seslerinin susmaması için daha nice kahramanlarımız vazîfeye hazır beklemektedir… Bugün de zorlu bir süreçten, ağır bir imtihândan geçiyoruz… Daha az güçlü, daha çok ümitsiz olduğumuz günleri zaferlerle geride bıraktık. Bu zor günleri de geride bırakacağız… (ss. 9-10)
Mukaddimeyi şehîdlerimiz ve Milletimiz için kalbinin derinliklerinden Arş’a yükselen dokunaklı bir duâ tâkîb ediyor…
Kitap, başlığına uygun olarak, başlıca üç bölüm hâlinde tertîb edilmiş: Cihâd, Gazî ve Şehîd… Bunların arkasından, bilhassa şehîd ve gazî âilelerinin faydalanması için alâkalı “Mevzûat” îzâh edilmiş. Beşinci Bölümde, mevzûyle alâkalı olarak ilâhiyatçılara yöneltilen sorular ve onlardan alınan cevaplar var. Son Bölüm, “Hülâsa, Netîce ve Hüküm”dür. Duâyla başlıyan kitap son satırlarında yine duâyla sona eriyor.
Çetinoğlu, kitabında, muhtelif, hattâ yer yer aralarında tezâd bulunan müellif ve ilâhiyatçıların tesbît ve yorumlarını bir araya getirmiş. Fakat bunlardan kendi kanâatince hep en doğru olduğunu düşündüğü görüşleri nakletmiş. Bu görüşler, makalemizin başında îzâh ettiğimiz “cihâd, gazîlik ve şehâdet” târiflerine uygun düşüyor. Bilhassa vurgulanan husûslar, Cihâdın bir “dîn savaşı olmadığı” (ss. 69, 70 v.d.), yâni insanları zorla Müslüman yapmak, ne pahasına olursa olsun Müslümanlığı yaymak için yapılan bir savaş mânâsına gelmediği, üstelik savaşın dahi Cihâdın sâdece istenmiyen nihâî merhalesini teşkîl ettiğidir:
İslâmda savaş, cihâdın onlarca karşılığının ancak ve ancak en son satırında yer alabilir. (s. 162)
İslâmda savaş veyâ silâhlı mücâdelenin illeti, münhasıran Müslümanlara ve sâir mazlumlara yönelen tecâvüzdür. Yâni Müslümanın mütecâvizlere karşı tedâfüî harb yapmanın hâricinde bir hakkı, selâhiyeti, vazîfesi yoktur. (Bkz. ss. 24, 40, 47) Bu tecâvüz, kısaca, başta Vicdân Hürriyeti olmak üzere Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerinin ihlâl edilmesidir. Bu keyfiyet karşısında dahi hemen şiddete başvurmaya, silâha sarılmaya cevâz verilemez. Çünki evvelâ barışçı vâsıtalarla tecâvüzün def’edilmeye çalışılması zarûrîdir. (Bkz. s. 90) Müslüman şiddete ancak nihâî çâre olarak ve “leş eti yemedeki zarûret mikdârı” emsâlince mürâcaat eder. Mâmâfih harb bir zarûret hâline gelince de, düşmanı mağlûb edinceye kadar ya gazî, ya şehîd olma emeliyle kahramanca savaşır.
Çetinoğlu, naklettiği yetler, Hadîsler ve bunların tefsîrleriyle, İslâmın, insânî değerlerden mahrûm, ahlâksız bir ideoloji olan tedhîşçiliği mahkûm ve tel’în ettiğini, binâenaleyh söylemleri ne olursa olsun, El-Kaide yâhud IŞİD mümâsili teşkîlâtların can düşmanı olduğunu gözler önüne seriyor. (Bkz. hassaten ss. 20-23) En üst seviyede medeniyet bânîsi bir rûhun temsîlcisi olan Müslümanlığın bu barbar hareketlerle uyuşması elbette beklenemez. Dîğer taraftan, İslâm; haysiyetsizliği, zilleti, uyuşukluğu, korkaklığı da reddeder. Müslümanı veyâ sâir inanç mensûblarını insan haysiyetine yakışmıyan bir hayâta mahkûm eden bir zümreyle mücâdeleden çekinen Müslümanların îmânında zaaf vardır. Bu kesime de îmânlarının hakîkatini göstermek ve kendilerinde izzet-i nefs hissini ve Cihâd rûhunu alevlendirmek lâzımdır. Çetinoğlu, eseriyle, bunu yapmaya çalışıyor. Baştan sona ihlâsla, inançla kaleme alınmış kitap, Netîce Bölümünde bir kere daha inancını kuvvetle dile getirerek mesajını tamâmlıyor:
…İslâm Dîni, mesajını insanlara, tebliğ ve dâvet yoluyla, İslâm düşmanlarının yaptıklarına müsâmaha ve tahammül göstererek, sabrederek iletmiştir. İçerisinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da aynı metodlarla irşâd, teblîğ ve dâvet devâm etmektedir. İslâmın yayılmasından rahatsız olanlar ve [onu] önlemeye çalışanlar, bir taraftan iftirâlarla hedeflerine ulaşmak isterlerken, dîğer taraftan da taşeron olarak kullandıkları IŞİD, Tâlibân, Tekfîr V’el-Hicret, Nusrâ, El-Kaide, Boko Haram ve benzeri terör örgütleriyle İslâmiyeti terörle özdeşleştirip karalamaya, zayıflatmaya çabalıyorlar.
İslâmiyet cihânşümûl bir dîndir ve mesajı bütün insanlığadır. Belli bir zamâna, belli bir ırka ve belli bir coğrafya dilimine âit değildir. Varlığını kıyâmete kadar devâm ettirecektir. Onun gelişmesini önlemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. İslâmın huzûr, güven ve barış müjdecisi olan berrak, samîmî ve muhteşem muhtevâsı, bütün dünyâya ve insanlığa vâdettiklerini vermeye devâm edecektir. (s. 177)

← Tüm Biyografiler